Viva La Alegria

yavaş yürü, hayallerimin üzerine basıyorsun.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: Istanbul

'Kırlarda ağaç tepelerini okşayan gizli bir meltem gibi esmeli, ancak bir kelebek gibi güçlü olmalı ve bir veronika çiçeği gibi zarif kalmalı...'

Cumartesi

midnight sonata


Ben ezelden beri sevilmedim. Kapılar aşındırdım aşk uğruna, eşiklerde uyudum. Kış, ayaz dinlemeden sokaklarda aşk kırıntıları aradım. Kalbimi üşüttüm.

Mendil oldum kirli bedenlere.

Şimdi uzun yıllar sonra ilk defa seviyorum birini. Her geçen gün bir yaram daha karışıyor yokluğa… ama korkuyorum. Hiç mutluluğa bu kadar yaklaşmamıştım çünkü.. Yine ayağım kayar da düşersem kalbinden diye korkuyorum. Bir hata yapar da her şeyi bok edersem diye korkuyorum köpek gibi.

Çünkü son bir hamleyle ayağa kalktım ve meydan okudum karanlığa. Bahşedilen tek mumumu da söndürürlerse enkaz olur ruhum.

Düşerim uçurumdan.

Pazartesi

betrayal all the time



 

Yaklaşan kasırgaya aldırmadan sokakta dolaşmaktı bizimkisi.. O yana, bu yana savurdu rüzgar.

Yordu zaman.

Kalbi altın suyuna batırılmış aşklar yaşadık. Mutlu sonlara inandırdı yanlış insanlar bizi. Sözler verildi mutluluğa. Yeminler edildi. Hiç ayrılmamacasına yola çıkıldı yalandan gemilerle. Anlamadık. Anlatmadılar.

Esen yele kaptırdık aşkımızı. Puff! Diğer dala kondu canevimiz. Aldırmadılar..

Ciğeri beş para etmez adamların, ipimizde cambazlık yapmasına göz yumduk defalarca. Palyaço kılığına bürünmüş düşmanları sirkimize sızdırdık. Sırf canlar yanmasın diye beraber oynamaya çalıştık. İtildik.

Kanayan dizimize pansuman bulamadık ki hiç.

Zordu zaman.
Ruhumuzun katili olmayı öğretti bize yavaş yavaş, ince ince.. Gözümüzü kapatıp açtığımızda ne bir ruh vardı ardımızda bize kalan, ne bir beden hala yaşama tutunan.


Atabildik mi acıları zihnimizden onca zaman sonra? Silebildik mi zihnimizin ücra köşelerinden?

Sahi, ağlatabildik mi hilebaz palyaçoları, itildiğimiz bu boktan hayat oyununda?

Çarşamba

headline

Bir nefes kadar yakınken tenin, 'Hey aşk! Ben buradayım!' diyememek sana..



Yine bir gece bu İzmir kumsalında, en karanlığından. Kirli sokaklarda bata çıka aradığım aşkın yanında aidiyetim. Elimi tutsam sonsuza dek benim olacak gibi bukleleri. Fısıldasam kulağına adını, bir masal başlayacak ikimize yazılmış, mutlu sonlu. Dokunsam tenine, tüm yaralarımız kabuğuna kavuşacak hiç kanamamacasına.

Yapamıyorum. Günlerdir uğraşsam da yazamıyorum masalımızın ilk cümlesini. Yıllardır yırtılıp atılmış ki benim cümlelerim.. Üstüne basılmış hayallerimin. Kalemim lal olmuş. Zihnim enkaz.

Aslında ben hiç beceremedim ki bu işleri. Yüreklerinin götürdüğü yere korkusuzca giden kızlara imrenerek baktım hep. Ürktüm, utandım, ağladım. Rüyalarımı hep askıya aldım utancım yüzünden. Bugün olduğu gibi.

Ne vakit siyah saçların karışsa rüzgara, yüreğime bir sızı çöker. İçimeyse, asla tenine dokunamayacak olma korkusu. Ah aşk söyle bana, ismini bile bilmezken nasıl umut bağlayabilirim ki buklelerine?

Elimde ne adın, ne resmin, ne sesin var. Bu kapıdan çıktığımda veda edeceğim hayallerime, biliyorum. Bu yüzden ağlıyorum. Bu yüzden kahroluyorum. Mutlu sonla bitebilecek bir masalı başlamadan bitirecek kadar korkak olduğum için kendime kızıyorum.

Anahtarı kendime inat yutmuş olsam da kırdın kilitlerini ruhumun. Karıştın bir kere hafızama. Yer ettin.. Adını bile bilmesem de orta yerine kuruldun zihnimin. 


Bundan sonra karşılaştığım hangi yüz yerini tutmaya yetecek kıvırcık?