Viva La Alegria

yavaş yürü, hayallerimin üzerine basıyorsun.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: Istanbul

'Kırlarda ağaç tepelerini okşayan gizli bir meltem gibi esmeli, ancak bir kelebek gibi güçlü olmalı ve bir veronika çiçeği gibi zarif kalmalı...'

Cuma

tuna nehri aksam mı diyor

 67 yıl sonra hamzabey sokağında bir Türk

bir duman çeker light sigarasından

memleketini ve buruşmuş sosyalizmi düşünür

67 yıl sonra bir Türk

belki aynı acıları paylaşır

belki aynı sevinçleri

bir de sabah içilen türk kahvesini

bir kuşun kanat çırpışını bekler

yerini yurdunu mu kaybetmiştir

yoksa hamzabey sokağı mıdır yeni yurdu

hamzabey kimdir?

-nazım'a

Cumartesi

sarı çizmeli Holt ağa

Bulutlarla buluşan arzuların yağmurlarla yağmadığında çoraklaşır kalbin. Yağmur duasına çıksan da nafiledir. Yağmayacak olanı özleyen toprak küskün olsa da; en nihayetinde yağmurdur bu. Gelmesi gereken anda belki de, gelecektir. 

Beklentisi kanatır kuraktan çatlayan elleri. 

Yine de bir gün olur...

Arzular nehrin sularıyla buluşur. 

Tuna'ya karşı bir sigara yakar, yağmuru seyre dalarız.

Çarşamba

#jemaime

ben bugün kendimi kendimden dirilttim.
ruhumu hayatın ateşiyle baştan, hep baştan yarattım.
ateş, biraz da kuraklık demekti.
kuraklıkla sınandım.
yeri geldi yazın gelişini baharın ortasından kutladım.
yeri geldi dünyaya röveşatayla nah çektim.
yeri geldi varımı yoğumu kendi ayağımla paspas yapıp dümdüz bir hiçin içine yola çıktım. yola çıktıkça büyüdüm.
cesaretim, bu bedeni büyüttü.
büyüdüm, koca bir dev oldum. dünyaya nah çekmek bana yetmez oldu.
işte şimdi tüm galaksinin annunaki'sine vole çakmak mümkündür.

amma velâkin, yeri gelmedi.

12.06

Salı

fırtına

Kaçırılmış her buluşma yastığımın utancı
Karılmış her deste üç vakte kadar sana çıkmayan yol
Ve aynı anda aynı yerde batmayan güneşse zamanın tanımı
Senle beni aynı boylama sığdırmayan zamandan hesap sor

Perşembe

Gerçeklikten kopmak için gerçeği yaşamak gerekir. Tez, antitez, sentez bütünüyle hareket edildiğinde her şeyin bir zıttı vardır. Ve zıtlıktan yaratılan bir sonuç. Bu nedenle kafamda bu cümle binlerce soruya yol açıyor: Naître et mourir sond des expériences extraordinaires. Vivre est un plaisir fugitif."

Acaba hayat, doğum ve ölüm arasındaki antitezimiz mi? Birinden çıkıp birine ulaşmak için yaşadığımız bir geçici hezeyan mı?

Elbette, neden bu yola çıktığımızın milyonlarca cevabı var. Bu cevaplardan en mantığıma uyanı insan soyunun devamı. İroniktir ki bu nesli devam ettirmeyi hiçbir zaman istemedim, ancak var olan neslin haklarını korumak için çabalamaya çalıştım. Bu yola çıktıysak acaba hepimize biçilen bir görev mi vardı? Bu görevlerden biri buysa neden bunca zaman reddettim? İnsanlara görev yüklemekle yanlış mı yapıyoruz, yoksa türümüzün verdiği en iyi karar bu mu, bunu artık bilmiyorum. Hangi rolü oynamalıyım, hangi çıkıştan sapmalıyım, bunların hepsi un plaisir fugitif ise geleceğe karşı niçin bu kadar heyecanlıyım? Heyecanlı olup olmamak bana bu serüvende ne kazandırır ne kaybettirir?

Sanki bir monopoly oynuyoruz ancak herkes kaybedeceğini biliyor. Buna rağmen birçok insanın hala çıldırmıyor olmasını anlamak güç. 




Cuma

furuğ

"Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir 
seni, kendinde tekrarlayarak 
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek. 

Ben bu ayette seni ah çektim, ah 
ben bu ayette seni 
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım! 

Yaşam belki 
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği, 
yaşam belki 
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı, 
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur, 
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır, 
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi, 
şapkasını kaldırarak, 
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle “günaydın” diyen. 

Yaşam belki de o tıkalı andır, 
benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı 
ve bir duyumsama var bunda 
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim. 

Yalnızlık boyutlarındaki bir odada, 
aşk boyutlarındaki yüreğim, 
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder, 
saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu 
ve senin bahçemize diktiğin fidanı 
ve bir pencere boyutlarında öten 
kanarya ötüşlerini. 

Ah,

Budur benim payıma düşen, 
budur benim payıma düşen, 
benim payıma düşen, 
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür, 
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir 
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette, 
benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir. 
Ve "ellerini 
seviyorum" diyen 
sesin hüznünde ölmektir. 

Ellerimi bahçeye dikiyorum, 
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum 
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda 
yumurtlayacaklar. 
Küpeler takacağım kulaklarıma 
ikiz iki kirazdan 
ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim. 
Bir sokak var orada, 
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla 
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar 
bir gece rüzgarın bizi alıp götürdüğü. 
Bir sokak var benim yüreğimin 
çocukluk mahallesinden çaldığı, 
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu 
ve bir oylumla gebe bırakmak bir zamanın kuru çizgisini 
bilinçli bir simgenin oylumu 
aynanın konukluğundan dönen. 
Ve böylecedir, 
birisi ölür 
ve birisi yaşar. 
Hiçbir avcı, 
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır. 
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum 
okyanusta yaşayan 
ve yüreğini tahta bir kavalda, 
usul usul çalan 
küçük hüzünlü bir peri, 
geceleri bir öpücükle ölen 
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan"

Cumartesi

mahmut abi.

Kimya yanıltır. Asıl olan zamanlamanın insanlardaki yansımasının ta kendisidir. Bu anlamda hangi noktada ve nerede Robin olduğunuz önem teşkil eder. Zira Robin oldum diye sevinirken, kendinizi Nora'ya asılmak için taktik istenirken bulabilirsiniz.

4. kattaki bir binadan, aynı pencereden ve aynı açıdan tren raylarına bakarken, sen biraz sonra hissedeceğin anlık nefes alış-verişlerinin hızlanmasına odaklanırken ben sabah kendimi bu balkondan atmayı düşlüyor olacağım. Ne yazık ki kendim de söylediğim kadar cesur ve dürüst değilim. İntiharımı engellemek için vaktim ve enerjim varken, kendimi boşluğuna kaptırmayı uygun gördüm. Suçluyum. Duygulu bir kadınım ya, o yüzden işte...

Yanlış yer yanlış zaman kavramı deli saçmasıdır. Yanlışı doğruya çeviremeyecek kadar yüreksiz ve nefessizsen, kendi yarattığın kuyularda boğulmaya mahkum olursun. Sisyphos düşünü hatırla. Bir faninin bir faniye imkansız olacak kadar geniş zamanı yoktur hayatta. Yanlış yeri de zamanı da yaratan düşüncesiz insanoğlunun tatminsizliğidir. Eller ellerle buluştuğunda kalbini camdan aşşşağı atmadığın sürece her sorunun cevabı o ellerdedir. İşte bu yüzdendir ki çok elleri ezberlesem de kimsenin kalbindeki sokağa çıkamadım. Samimiyetini çıkarıp tost ekmeğinin arasına koyacak, onunla da bize güzel bir ziyafet çıkaracak birisiyle karşılaşmadım henüz. Kahvaltıda ıslıkla La Marseillaise çalacak, dans ederek gelirken durup bir derin bakış atacak; tüm yanlış zamanlardan ve yanlış yerden sıyrılarak, var gücü ve benliğiyle tüm zamanları doğruya eşitleyecek birini hiç tanımadım. Varsa yoksa bir daha görüşmeyeceğini itiraf edecek kadar mert olmadığı için görüşme sözleriyle çekip gidecek insanlar çıktı yoluma.

Üzmeyelim canımızı... Olursa olur, olmazsa çay demleriz.


(Sırf Hatay'ın hatrına beynimden geçirdim bunu elbette. Başka hiçbir anlamı yoktu. Aşk şarkısı da değil zaten.)
(Bir Robin olsaydım Sandcastles in the Sand'teki gibi olurdu muhtemelen.)

Pazartesi

welcome to the machine

Makineye hoş geldiniz.

Çünkü şu anda Pink Floyd dinleyip McDonalds yiyorum. Elimde de Jacobs'un Etiyopyalıların gözyaşlarından damıttığı kahvem var. Fırtınadan dolayı dışarı çıkmaya korktum ama yemeği dışardan söyleyerek motosikletli birinin bu havada benim için yola çıkmasını sağladım.

Gün geçtikçe acımasızlaşan bir döngünün dişlilerinde kafatasımızı ezdirerek yaşamaya çalışıyoruz. Başarabildiğimizi zannetsek de, yaşamak adı altında yaptığımız tek şey akşam karnımızı doyurup uyumak. Standartlarımız gitgide düşüyor. Bizi hayatta tutan tek şey olan umudumuzu yavaşça bir ağaç dibine bırakıp uzaklaşıyoruz. Umudumuz bittikçe tahammülsüzleşiyoruz. Tahammülümüz kalmadıkça nefret söylemleri başlıyor. Nefret ettikçe küçülüyoruz. Küçülüyoruz. Yok olana ve yok edene dek küçülüyoruz.

Önce küçük reklamlarla hayatımızı daha iyi yaşayabileceğimize inandırdılar. Şu televizyon denen konuşan makine içindeki adamlar yaptı bunu. Önce küçük reklamlarla küçük keyifler vadedildi. Belki bir gofret, belki bir çikolata sundular yeni çıkan...

Sonra önümüzdeki makineyle tanıştık. O bizim yerimize konuştu. Önce kullanmamız gereken işletim sistemini gösterdi bize. Belki bir kodlama, belki bir tasarımla o da girdi beynimizin içine. Küçük adımlarla, yavaş yavaş, bir kodlamayla başladı.

Sırasıyla ön yargılarımızı oluşturan düşünceleri okumaya başladık. Hoşumuza gittiği için okuduğumuzu sandık, hoşumuza gitmesinin sebebinin ne olabileceğini hiç düşünmedik. ''Güzel kadınlar beyaz tenli olur.'' gibi bir şeyle başladı bu serüven. Herkes beyaz tenli olduktan sonra satacak bir şey kalmamaya başlayınca, bu ön yargı ''Güzel kadınlar beyaz tenli ve dövmeli olur.'' a dönüştü. O ve'ler hiç bitmedi. Çünkü kapitalizm bize satacak yeni bir şey her zaman buldu.

Eskiden makyaj yapmak ne kadar kolaydı. Bir far, bir ruj bir de fondöten yeterliydi. Şimdi bir far sürebilmek için önce far bazı sürmeniz gerekiyor. Far bazından sonra 3 çeşit farı karıştırıp sürmelisiniz. Bunu yaparken far fırçası almalısınız. Bu arada o fırçayı temizleyen bir baza da ihtiyacınız var. Son olarak farınızın akmaması için de makyaj sabitleyici kullanacaksınız. Eyeliner sürmeden de olmaz tabi. Eyeliner sürdüyseniz maskara da kullanmanız şart. Maskara sürecekseniz de takma kirpikle görünüşünüzü taçlandıracaksınız. Çünkü her şeyin kalitesi aynı kalsaydı bir kez aldıktan sonra bir daha asla far almayacaktınız. Yavaş yavaş her şeyin kalitesini düşürüp, yükseltmek için tonlarca para vermeniz gerekiyor. Yani hayat kaliteniz siz fark etmeden düştü, düştü, yükselttiğinizi zannedip bir ürün satın aldığınızda yalnızca eski kalitenize varmış oluyorsunuz. Bu size ne hatırlattı?
Eroin bağımlılığı.

Her gün e-mailinize düşen iş ilanlarına göz gezdirin. ''X Bank sizin gibi adaylar arıyor!''. Hayır, aramıyor gerizekalı. Çünkü artık bizim makinelerimizden öğrendiğimiz ön yargılarımız var. Çünkü artık bizim makinelerden öğrendiğimiz ''Hayatta kalmak istiyorsan başkasını öldür.'' felsefelerimiz var. Hiçbir işe yaramayan seminerlere bu yüzden gittik, kimsenin konuşmadığı dilleri bu yüzden öğrendik. Bizi kalabalıktan ayırmasını istediğimiz için. Hastalıklarımızın bile şekli değişti. Evet, sana söylüyorum. Seni kemirip bitiren hastalıkların bile artık modaya uygun olarak ilerliyor.
Vücudunu bile kendin kontrol etmiyorsun.

Her şey bir gofretle başladı.

Cuma

Karganın kedi maması yediğini biliyor muydunuz?

Kendime bir ev inşa etmiştim asırlar önce. Kiminle, nerede kayboldu bilmiyorum. Gören oldu mu?

21 enkazıma 1 enkaz daha katacağım 1 ay sonra. Zaten açıp Teoman dinlemeye başlıyorsam gerçekten yaşlanmışım demektir, hiç sevmem o iti. Kattığım her enkaz beni kendi sonuma da yaklaştırırken evime bakıyorum. Kaybettiğim evin aslında tam içindeyim. Kaybolan kendimim belki de, eskizlerim bulanık. Güzel resim de çizemem zaten. O yüzden mimar olmadım.

Oysa bilirim, bir eve ait hissetmemek baş belası bir sancıdır. Herkese musmutlu evler çizmek isterdim. Kimse bir daha evini kaybetmesin diye. Deniz kumu güzeldir ama ev yapımında kullanılmaz derdim müteahitlere. Ya da tutardım kolunu tüm doğal afetlerin, sorardım bizden ne istiyorlar diye.

Sigara öldürür ama oksijenin de yaşattığını söyleyemeyeceğim.

Velhasıl hayatımı insan haklarına adadım. Umarım insanlar beni benim Ankara'yı sevdiğim kadar severler. Çünkü Ankara gibi suratsız ve griyim. Karasal iklimimde çirkin çiçekler açar.

Artık evde Vagon çayı yapabiliyorum. Evimdeki fotoğraflardan bir güzel keşfetti gizli malzemeyi. Anlayacağınız artık hayatın hiçbir sırrı kalmadı.

Konudan uzaklaşıyorum, evim diyordum. Her zamana bir anı yüklemek beynimizi yoruyor olmalı. Evimi de yormuş, boyaları atıyor ağlamaktan. İstanbul'u kusuyor duvarları. Miadı dolmuş, ama o da benim gibi vedaları sevmez. İçine içine kusuyor işte tüm anıları.

Sonbahar da bitti yine. Biten her şey güzeldir. Bitmeseydi güzelliğini anlayamazdık, bundan eminim. Çünkü insanoğlu unutkan ve nankördür. Ona, bir şeylerin iyi olduğunu hatırlatmak için önce bitirmek gerekir. Bir daha sahip olamayacağını vurgulamak gerekir. Birdenbire biten şeylerin aslında en değerli şeyler olduğunu düşünürüz o zaman. Hayat çok değerlidir; çünkü biter. Hayatın sadece iki kişinin genlerini karıştırarak ortaya çıkardığı bir madde olduğunu kabul etmek işimize gelmez. Yedi milyar aynı tür hayvanı sui generis önemli kılan şey hepsinin ayrı ayrı bir sürü bitecek şeye sahip olması ve onları sonunda kaybetmesidir.

Artık siz de hayatın sırrını biliyorsunuz.

Pazartesi

we are eternal. all this pain is an illusion.

Devam etmek istiyor musunuz?

Omuzlarımıza yüklenen yük altında pedal çevirerek hızlı ve yorgun adımlarla ilerliyoruz geleceğe. Omuzlarımıza binen ayaklar da biziz. Kırbaçlamaya bayılırız, kırbaçlanmaktan ise delicesine kaçarız. Bilmeyiz ki kırbaç tutan eller de insandır... Bizi bitiren antipati'dir. Üzüntüden çektiğimiz sigara dumanını yüzünüze üflemeyi de iyi biliriz. Ciğerlerimiz zehirleniyorsa sizinki de zehirlensindir. Kin tutulsundur, öç alınsındır. Üzerimizde gözü olanın gözü çıksındır.

Karşımızdakini değersiz hissettirerek türlü manipülasyonlarla çabalayarak elinde ne var, ne yoksa almalıyızdır. Sen kimsin ki bize parmağını doğrultacaksın? Bizim ellerimizde üstüne salmaya hazır şeytanlarımız var. Senin yerinde kendimizi düşünüp kalbimizin kırılacağını zannediyorsan, çok yanılıyorsun. Zira düşersen videonu youtube'a koyar bayılana kadar güleriz. Zira gizli pornon çekilirse ask.fm'e girip hesabını trolleriz. Zira instagram'da bikinili fotoğraf paylaşırsan salyalarımızı akıtırız, ancak sevgilimizin biskolata erkeğine gözü takıldığı anda kafasına tava fırlatırız. Çünkü biz alıp vermemek için yaşıyoruz. Çünkü biz çevirdiğimiz pedallara karşılık gelen kağıtları eskortlara bayılıp evde karılarımızı mutfakta ağlatmaya bayılırız. Çünkü ne de olsa biz olmayanın kafayı üşütmesi müstehaktır. Dinlemediğimiz herhangi bir müzik aptalcadır. Boyatmadığımız herhangi bir saç rengi orospulara yakışır. Dar kot pantolon çok yakışsa da giyemediğimiz için gay işidir. Mekanda tek başına alkol alan kadın kaşardır, bunu yapan biz isek cool oluruz, sevgilimiz ise kesin bizi aldatıyordur!

Bu yazdıklarımı okuyan insanların çok büyük bir çoğunluğu ise bunları yapmadığını iddia ederek vicdan saklambacı oynamaya devam edecek. Bunu yaptığınızı farkettiğinizde (olur ya, belki farkedersiniz) sayfayı kapatın. Kendiyle yüzleşecek kadar mert olan insanlar geri kalanını okusun.

Cehennemin dahi çabalayarak kazanılması gerektiği bir dünyada çocuk olmanın değerini bilemedik. Zira birileri bize 11 yaşından sonra bir daha asla popomuzu huzur içinde çimenlere koyamayacağımızı söyleseydi, o günleri daha çok aklımda tutmaya çalışırdım. Tanrı biliyor ya, türlü çakıllı yollara rağmen düştüğümde güldüğüm günlerdi. Sonra önce kendime inancımı kaybettim. Derecelerim düşe düşe ilerlerken, derecelerim düştükçe ben çalışmadım, ben çalışmadıkça düştü. (Kara deliği çok uzaklarda aramanıza gerek yok, kara delik içinizde. Ve inanın bana eğri büğrü renkli plasebolar da o deliği kapamıyor.) Sonra dünyaya inancımı kaybettim. İnsanlara inancımı ise çok yakın zamana dek kaybetmemiştim. Onun sebebini kendime saklıyorum, zira yazıyla pek de bir alakası yok. Velhasılıkelam onu da kaybettim işte.


Aslında her şeye inancını kaybedince insan daha güçlü oluyor. Ne kendinin, ne dünyanın, ne başkasının kölesi oluyorsun. Bilgisayar oyunu oynarken insanları öldürdüğünde onların gerçek olmadığını bilerek üzülmüyorsan, etrafında dönen olayların gerçek olmadığını, kurmacadan ibaret olduğunu gördüğünde de pek canın yanmıyor. Sana aşık olduğunu söyleyen sevgilin gece uyuduğunda modern aptal kutusunun başına geçip onun bunun bacağına baktığında, verecek mantıklı bir açıklaman oluyor, duyguların belli bilgisayar kodlarından farksız olduğunu hissetmek. 

Benim hissettiğim şeylerin gerçek, etrafımdaki her şeyin düzmece olduğunu söylemek de biraz antipati, biliyorum. İşte bu yüzden yazımın başıyla hiç de çelişmiyorum. Çünkü ben de böyle biriyim. Kitaplarda bahsedilen şeytanı başka yerlerde aramayın, o şeytan aynada gördüğümüz ışık yansımasının ta kendisidir. 

... . ...- --. .. .-.. . .-.