Viva La Alegria

yavaş yürü, hayallerimin üzerine basıyorsun.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: Istanbul

'Kırlarda ağaç tepelerini okşayan gizli bir meltem gibi esmeli, ancak bir kelebek gibi güçlü olmalı ve bir veronika çiçeği gibi zarif kalmalı...'

Pazar

''cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün''

Şu anda birlikte oturmuş olduğumuz masada, senin bulunduğun sandalyede, yalnız oturuyorum. Bu sandalyeden kendi sandalyemi izlemek çok acayip. Etraftaki geri kalan nesneler bulanıklaşıyor. Film karesi gibi. Ve alkol bu filmde rol oynamıyor. Uzun süre baktım o sandalyeye. Senin gözünden kendimi görmeye çalıştım. Güzel açıymış. Dikkat dağıtabilecek çok ayrıntı var. Bu açıdan düşündüklerini yaşamaya çalışıyorum. Çok mümkünmüş gibi... Bir çeşit acı çekme seansı olarak adlandıracaklar belki okusalar; ama ben buna umut diyeceğim.

Konuşmamızın ayrıntılarını unutmaya başlıyor gibiyim. En büyük korkumdu bu. Oturduğumuz yeri, çalan şarkıları, içtiğimiz biranın markasını, giydiğin baykuşlu t-shirtü hatırlayacağım da; sesini, düşüncelerini, kurduğun cümleleri yavaş yavaş unutacağım. Keşke bu kadar boş ayrıntıları kafama çivi gibi çakacağıma ses tellerinden yelkenler yapsaydım beynine. Onları unutmazdım böylece. Ben seni düşündükçe zihnimin ufuklarında yol alırlardı. Belki unutmak iyi biridir? Çünkü sen ne bu sandalyeye ne de giydiğim turuncu gömleğe bir daha dönüp bakacaksın. Onlar senin için bir amaca ulaşmak için aşman gereken engeller oldu sadece. Benim içinse o baykuşlu t-shirt bir tren rayı olarak kalacak. Artık kendimi üzerine mi bağlarım, yoksa  Hepsi geride kaldı. Hepsi artık bir film karesi gibi, birinden duyulan bir hikaye gibi silik ve uzakta. Buna üzülmüyorum. Çünkü yakında olsaydı bu benim felaketim olurdu, her gün tutmaya çalışırdım. Ve bu çoğu zaman canımı yakardı. Anların en güzel özelliği belki buydu; onu tutamıyor olmak. Bu kağıdı tutabiliyorum, ama bunun bile üzerine şu anda bira dökmeyeceğim/ne emin olamıyorum. İşte hayat. Boktan savunma mekanizmalarıyla dolu bir oluşum. Biramı, dökülmesin diye sımsıkı tutmam gibi gerçek ve anlamsız bir çaba. Bu sandalyeye kilitli yarım saattir oturuyor olmam gibi. İşe yaramayacak, yok olacak anlamsız-bir-çaba.

Sırılsıklam oldum, üşüdüm ve belki de yarın hastalanacağım. Ama hepsi bu masaya oturmak içindi ve bir şaka gibi ağzına kadar dolu barda beni bekleyen yalnızca bu masa boştu. Biliyorum, buna tutunmalıyım. Biliyorum, buna tutunmayacaksın. Ama ''sevgi neydi? sevgi dostluktu, sevgi emekti.'' En azından tek başıma da olsam emek veriyorum bu anıların varlığına tutunmaya. Sımsıkı sarılıyorum. Çünkü bizi hayatta neyin beklediğini bilemeyiz. Belki de bu kapıdan içeri gireceksin. Bu ihtimal milyonda bir. Ama başka yerde bekleyeceğime burada beklerim? Her türlü zaten kalbimi ve varlığımı ben bu masaya koydum. Evet, şu an gerçekten Ted oldum ve slutty pumpkin'imi bekliyorum. Bu pathetic bir şey değil. Bununla gurur duyuyorum. Bu sandalyeye sarılmak yerine dışarda birileriyle görüşüp, başka kokularla tanışıp seni unutmaya çalışsaydım, asıl bu pathetic olurdu. Olmak istediğim yerdeyim. Seninle ya da sensiz. Mutlu hissediyorum. Küçücük bir ihtimale kocaman bir bekleyiş sığdırdım. Belki insanlar buna üzülürdü, ki arkadaşlarım mesela... ama bu durum beni mutlu ediyor. Kapıya bakıyorum ve aradığım şeyi bekliyorum, umutvarım, umutvarım, umutvarım. Olmak-istediğim-yerdeyim. Aklımın ve kalbimin beni getirdiği yer burası. Onlara kızıyorum çoğu zaman, sözümü hiç dinlemiyorlar. Onlar seni unutmak istedikleri zaman unutacaklar ve ben de o zamana kadar kalbimin kapısından sana bakacağım sandalye uzatmak için. Evine gelmeyeceğim. Kapını çalmayacağım. Mesaj atmayacağım, fikrini sormayacağım. Çünkü sevgi emekti. Beklemekse bir savaştı. Ve bu savaş yalnızca bana ait. Sen bu senaryoda yalnızca beklenen mutlu son'sun...